29 Eylül 2015 Salı

MECBURİYETSİZLİK

Hayatta hiç bir şeyi mecbur olduğun için yapmamak gerek. İşkenceye dönüyor o yapmak istediğin şey ne kadar sevsende...Yazmak da öyle. Kendimi zorunlu hissettiğim an beynim ters tepkiler vermeye başlıyor. Ama hayat işte, imtihan yeri. Hiç istemediğimiz halde neler yapıyoruz, daha nelerde yapacağız bilemiyorum. Bir haftadır düşünüyorum, nefret verici şeyleri azıcık allayıp pullayıp kabul edilir hale getirmek imkansız mı? Bu nasıl zorsa sana yasak olan ama cazip gelen, yapmaman gereken şeyi de kendinden uzaklaştırman zor. Çünkü nefis denilen şeyle başbaşa olduğumuz sürece bu ikilemler hep olacak deyip konudan usulca sıyrılmaya çalışıyorum. Malum herkesin şeytanı yani nefsi kendiyle birlikte ölünceye kadar...

Hayatı ne kadar ciddiye almalıyız diye canım arkadaşımla konuşuyorduk dün. Aklıma takıldı ben ne kadar ciddiye alıyorum diye. Fazlasıyla ! Umursamaz olmayı istedikçe ne çok şey takılıyor aklıma. Şöyle tam da kalbimin üzerine kocaman bir öküz oturuyor. midemde sancıyla bulantı arası garip bir şey. Aşktan değil hee o daha gelmedi :) ama geçmeyen pişmanlıklar, yapılan yanlışlar, yapılmayan doğrular, atılmayan adımlar falanlar filanlar... İşte öyle bunaltıyor. Heralde boş kafa boş işlere odaklanıyor napalım. Eee balık burcu kadını olmak zor arkadaşım, duygu yüklemesi bizde biraz fazla. Bunca fırtına içinde kendine güvenmeyen, kararsız ve tabiki henüz çocukluktan çıkıp "adamlık" sıfatını alamayanlarla uğraşamıyoruz, uğraşamıycaz. Onlar gidip az ötede oynayabilir mi?
Biraz seratonin denen hormonun fazlalaşmasına ihtiyacımız var özetle. Ya ama bütün düzenim uykusuzluk üzerine kurulmuşken, okadar boşluğa rağmen bir şey yapmaya vakit bulamıyorken neyapabilirim? Sanırım biraz rahat ve umursamaz olmaya daha çok çaba göstermem gerek. Hele ki kpss sürecine girmiş ve kazanmak konusunda ısrarlı bir aday olarak en iyisi bu olacak :) Dışarda hava harika, iki saattir kesintisiz yağmur yağıyor. Açık balkondan azıcık görüyorum dışarıyı, çayı kahveyi dizdim önüme yazıyorum, çiziyorum, düşünüyorum, toprak kokusunu alıyorum. Sanırım seratonin geldi ama ben yeni hissediyorum ;)

Ne şirin, tebessüme sebep bir kare <3



11 Temmuz 2015 Cumartesi

AMAÇSIZCA KONUŞMAK...


Dertleşmek güzel, karşında oturan ve dinleyen varsa. Öyle sabırla falan değil gerektiğinde eleştirerek, kızarak, akıl vererek dinleyen biri. Her zaman olmasa da çoğu zaman bu tavırla dinlemeye çalıştım insanları. Sorunu dinleyip çözüm arayarak, bir çıkışın olduğuna inanarak…

Neyse şimdi bu kelamın arkasından dertlerimi anlatmayacağım. Tespitlerimi paylaşacağım. Benim en temel sorunum insanlarla mesafelerimi ayarlayamamam. Sanki tüm dünya bunu başarıyor da bir ben yapamıyorum gibi bir şey. Samimiyet iyidir, güzeldir değil mi? Herşeyi tüm samimiyetiyle paylaştıkça insan, sonra arkasını toplaması da zor oluyor. Senelerce görmediğin, görüşmediğin insanlar vardır çocukluktan yadigar. Büyüyünce bir bulursun dersin ki aradan onsuz geçen onca seneye yazık! Sonra bir samimiyet… Derken yine sevdiğim bir sözü yaşarken bulursun kendini “fazla aşk, tez ayrılık getirir” Beraber yer içerken bir kızarsın, kendi çapında bir küsersin falan. Ne olduk ya der durursun.

Dedim mi, dedim bende. Hayır demeyi başaramadığımdan ve bence insanların haddini bilmesi gerektiğini onlara belli edemediğimden, hayatımdaki herkes bana karşı haddini aşmıştır. Bir kaçı hariç. Anlıyorum ki insanlar hemen tanınmaz, tanısan da hemen teslim olamazsın. O yüzden kim nerede durmalı bunu en başta belli etmek gerek. Hem kalbinde hissetmeli hem o şahsa hissettirilmeli bu değerler.

İyi ki dert anlatmadım yani. Ramazan ayının da sonlarına geldik. Nasıl geçti tabi ki anlamadık. Öylesine hızlı, öylesine yorucu. Bugün güzel dostlarla güzel mekanda güzel bir iftar planladık. Biz öyle herkes gibi nerede ne yiyip içtiğimizi paylaşmayız, sevmeyiz bu tavırları. Teknolojiden uzak, birazcık eski kafalıyız iyiki de öyleyiz J

Oruçtan aldığımız feyiz ve irade gücü bize, ramazan ayının bereketi evlerimize kar kalsın, eğer yaşarsak önümüzdeki 11 ay ramazanın birleştirici gücünü aratmasın. Elveda ey şehr-i  sıyam…

19 Haziran 2015 Cuma

"RAMAZAN SİZİ BULDUĞU GİBİ BIRAKMAZ"

Elhamdulillah geldi evlerimizin aziz misafiri, başlarımızın tacı, gözümüzün nuru, 11 ayın sultanı Şehr-i Ramazan :) Son bir kaç haftamız bu sebeple yoğun geçti, malum bizler sağlam hazırlanırız mübareği karşılarken. Alışverişler yapılır, iftariyelikler alınır vs...En son gün mantı bile yapıp dondurucuya koyduk ki hazır olsun bir kenarda diye. Ne yalan söyleyeyim heyecanla da karşıladım. Daha başındayız ama şimdiden biteceği zamanı ve üzüleceğimi düşünüyorum. Çünkü bolluk bereket ayı. Tabiri caizse bir kaşık yemek bir tencere oluyor. Bir tabak, kaç kişiyi doyuruyor.O yüzden paylaşma, yokluğu bile bölüşme ayı. Yoktan var edene şükürler olsun ki tekrar, bir sene daha bu güzelliği yaşıyoruz.
Bana da bunları yazmak yeni iş yerimde nasip oldu. Bir şey katıyor mu bilmem ama biraz dinlenmeme olanak tanıyan bir işim var şimdilik. Baba mesleğine inat bütün gün oturduğum :) Yollar aşıp geliyorum, geç saatlerde dönüyorum. O yüzden son bir aydır hiç dışarı çıkamıyorum, keyifli birşeyler yapamıyorum. Ee ramazanda zaten aklı olan çıkmaz diyerekten bir ayı daha evde oturarak geçireceğiz, olsun.
Bu sabah nerede gördüğümü bir türlü hatırlamadığım güzel cümleyle karşılaştım. Doğru değil mi, ramazan bizi bulduğu gibi bırakır mı hiç? Oruç gibi bir kalkanın arkasında, ağzımızı açma mecali yokken dilimizi tutma fırsatı yakalamışken, sükunete bürünmüşken hemde bir cuma günü, bu kalpler yumuşayıp yumuşayıp pamuk gibi olmaz mı? Olur, ama inşallah daim olur bu hisler bizde. Merhamet etmeyene merhamet edilmez, unutmadan yaşarız inşallah şu fani ömrümüzü.
Böyle mübarek ayda lüzumsuz şeyden laf söz etmek de olmazdı hani, Ramazan hürmet ister :) Kalbimizden huzur, dilimizden şükür, soframızdan bereket ve neşe eksik olmasın. Dünya malına düşkünlük, cimrilik ve aşırı hırs bizden ırak, sevdiklerimiz yakın, tüm müslümanlar afiyette olsun. Bu da cuma duası olarak bir köşede bulunsun :)
Ey Ramazan, sen beni bulduğun gibi bırakma, amin...

5 Haziran 2015 Cuma

SÜRÜCÜLÜK DENEYİMLERİMİZ

Koltuğa ilk oturduğumda bir heyecan, bir telaş bende…Rahat ama tehlikeli geldi biraz. Burada oturduğum sürece sakin, dikkatli ve olabildiğince mantıklı davranmalıydım kişiliğimin aksine. Ben daha tez canlı, hareketli ve tabi ki duygusalım. Ama “yapıcam, olucak neyi başaramadım ki” dedim. Gerçekten özgüveni sıfır biri olarak bunu içimden kimse duymadan tekrarladım. İlk o koltuğa oturduğumda bu boyla oraya nekadar küçük geldiğimi etrafımdaki herkes teker teker çarptı yüzüme. Evet dedim, daha önce hiç denemedim biraz ufak kaldım ama her şeyin bir çaresi vardır. Hayatta çözüm odaklı olmak her zaman bir avantajdır. Arkama yaslandım, koltuğa küçük gelince bu iş zor oldu. Yastık koyduk ama yaslandım, şöyle bir havaya girdim ve…

Bahsettiğim koltuk sürücü koltuğu. Hayatımda ilk kez sürücü kursunun aracında denedim ve ayaklarımın gaz-fren-debriyaj üçlüsüne uzanmadığını fark ettim. Daha önce kendimi sürücü koltuğunda hayal bile etmemiştim, hep onun yanında ki ön koltuktaydı gözüm. Hocamda bana neden hazırlıklı gelmediğimi sordu. Bende ona ilk kez şoförlük yapacağımı söyledim. Kabanımı katlayıp arkama koydum ve kontağı çevirdim…


Bilenlere basit bir hikaye gibi gelecek ama araç kullanmayı öğrenmek benim için çok önemli süreçti. Zordu ama çok keyifliydi. Haftalarca derslere gidip yazılıyı 90’la geçtik biz iki kardeş. Direksiyona başlayınca her şey değişti. Alıştığımın aksine bu sınavda kağıt-kalem-sayfalarca not-ezber yapma yok. El becerisi-kıvrak zeka-refleksleri yerinde kullanma ve buna benzer nice özellik gerekiyor. 6 saatlik kurs yetmeyince 4 saatte ek ders aldım. Eee sınavada dünya para vermişiz, kalmayı kim göze alır. Yağmurlu soğuk bir günde girdik sınava kardeşceğizimle. Ben arkama koymak için elimde kocaman bir yastıkla, hem heyecandan hem soğuktan titrerken adımı söylediler. Araca yerleştim. O gece rüyamda emniyet kemerini takmayı unutuyordum. O yüzden önce kemerimi  bağladım. Herşeyi ayarladım derken araba bir türlü hareket etmedi. Debriyajdan ayağımı çekiyorum ama gitmiyoruz. Herkes beni beklerken yan tarafıma baktım ki vitesi 1’e almayı ve el frenini indirmeyi unutmuşum. Tabii ben kriz insanıyım. Hiç çaktırmadım ve dedim ki “biraz heyecan var ancak sakinleştim şimdi kalkabiliriz.” Yokuşta iki kez, ışıklarda akan trafikte bir kez stop ettirmeme rağmen güzel manevralarım, sakin olabilmem ve başarılı park edebilmem sayesinde sevgili heyet beni ilk denememde geçirdi. Akşama kadar midemde sancılarla bekledim bu haberi. Çok basit bir olay gibi görünse de ehliyet alma süreci komik ama bir o kadar da gerilimliydi benim için. Artık hangi makine alet varsa kullanırım, ben bile otomobil kullanmış insanım diyorum. Bu da bir özgüven getirdi hani.  Çok sevgili can dostum da aynı dönemde aldı benimle. O da park ederken kornaya basan, ama elinin kornada olduğunu fark etmeyip “ kim bu kornaya basan sabırsız” diye söylenen bir şoför. Gözümden yaş gelene kadar gülmüştüm dinlediğimde. Ama o da başarısını kanıtladı ve aldı ehliyetini. Bizler için unutulmaz, hatta blog yazmaya bile konu olacak kadar önemli bir başarı diyelim ve bitirelim J Bu arada eğlenebilmek adına paylaştığımız şeyler, hemcinslerimize moral olsun diye. Biz bu dalga geçmelere rağmen başarmışız unutmayın :)
Allah kazasız belasız günlerde kullandırsın her birimize. Amin.

5 Nisan 2015 Pazar

STRESTEN UZAK, KEYFE YAKIN

İnsanın sosyalleşecek tek bir günü olmasın ! Ne yapacağını şaşırıyor. Ben bugünümü yakışıklı kardeşime ayırdım. Ne yapsak ne yapsak dedik, tiyatroya gitmeye karar verdik. İstanbul Şehir Tiyatroları çalışmış, çalışmaya devam ediyor. Çocuk oyunlarında Alaaddin'in Sihirli Lambası bizim yaşımıza uygundu, onu seçtik. Yakın olması sebebiyle Sadabad Sahnesi'ne yollandık ama Kağıthane'nin bize ters bir yer olduğunu bugün bi daha anladım. Efendim, yaşı kaç olursa olsun yola bir çocukla çıkıyorsanız (ki bizimki on yaşında) çantanıza yedek giysi, su, atıştırmalık vb... doldurursunuz. Bide o çantayla Kağıthane yokuşlarını tırmanırsanız vay gele başınıza. Neyse ama çektiklerimize değdi. Oyun bir çocuk oyunundan fazlasıydı. Bol müzikli ve benim bile kahkalarıma sebep olacak kadar da eğlenceliydi. Alaaddin karakteri sesi harika bir tiyatrocu tarafından oynanıyor. Verilen mesaj tamda bizim oğlanın yaşına, hayat anlayışına uygun, bu da elbette önemliydi. Ayrıca hatrı sayılır bir seyirci salonu doldurmuştu. Minikler kadar ebeveynler de ilgiyle seyrettiler. Zaten oyun öncesi güzel bir uyarı da aldık. " Lütfen oyun süresince cep telefonlarınızı kapatın, hatta onları bir saatliğine unutun" dedi dış ses. Uyarıya da ayrı bayıldım. Sessiz ve ilgiyle izledik, güldük, eğlendik diyelim özetle. Günün kalanı bol hareketle ve sporla geçti. Bizim çocuk -yada delikanlı mı demeli bilemedim- bütün hafta okul, ders, tablet derken otur otur sıkıldı koca kış. Dışarıda güzel havayı bulunca koştu, coştu, kabına sığamadı. Bütün enerjiyi attı, bir okadarda moral depoladı. Onun yaşının gereği bunlardan keyif alması normal. Ben ise şuan kahve ve Ülker'in şu çok sevdiğim çikolataları eşliğinde yazı yazarak enerjiyi atıp, moral depoluyorum. Güzel bir kitap sözü okumuştum,şöyle diyordu : Bir çalgının telleri sürekli gerginse, akort bozulur. Sabahtan akşama kadar gerilen yaylar, okları aynı sertlikte atamazlar. İşte bu yüzden keyfi yerinde olmasa bile ışığın savaşçısı, hayatın küçük, sıradan şeylerinden zevk almaya çalışır.
Tam da beni anlatmış dedim, ışığın savaşçısı gibi hayal ettim kendimi. Hayatın sıradan ve saçma şeylerinden keyif alacağımız, keyfimizi azıcık daha düşüneceğimiz güzel günler dileğiyle...




Not : Yediğim, içtiğim hic bir şeyi paylaşmama ve paylaşılanları kınamama prensibim var. Yalnız bahsettiğim çikolata  25 kuruş değerinde, bir kaç lokmalık lezzettir. İsteyene büyük bir zevkle ısmarlanır, hemde kahve eşliğinde :)


31 Mart 2015 Salı

KİTAPLIĞIMIZIN YEPYENİ ÜYELERİ



Çok sevgili dostumun, üniversiteden bana yadigar 3 güzel insandan birinin aldığı kupam.
Senelerimin sırdaşı, canımın içi güzel dostumun, bacımın bana hediyesi battaniyem.
Ve benim kendime hediyelerim kitaplarım :)
Mental olarak kendini iyi hissetmek, hayatın dolu dolu geçmesi için çok önemli. Hayatımın son 6-7 ayını hayal kırıklıklarıyla geçirdim, denedim olmadı. Hala bir işsizim ama yeni hayallerim ve kitaplarım var. Bunlardan biri İskender Pala'nın "Efsane" si. Alalı çok oldu. İlk 50 sayfada denizcilik terimleri fazla olunca ben okumayıp kenara bıraktım. Önyargılarımdan dolayı uzun bir sürede ellemedim. Sonra dedim ki al eline ve başla bakalım. İki akşamda 180 sayfa ilerledi. Ve  en beğendim, çok beğendim. 1500'lerin efsane reisleri Barba Rossa (kızıl sakal) kardeşler ve iki genç endülüs müslümanı arasındaki hakiki aşk. Kral Fernando ve karısı Aragonlu kirli İsabella'nın katlettirdiği endülüslü müslümanlar ve yahudiler. Endülüs'ün son İslam Devleti ve ilim merkezi Gırnata Emirliğinin yok oluşu ve hepsinden kurtulmayı başaran iki çocuk, iki genç, iki ömür ve sonunda bir çift...
Oldukça maceralı, gizemli, denizaşırı bir hikayeydi. Sonlara doğru şaşırtan, gerçek mi bu hikaye yoksa efsane için yapılan bir kurgu mu?  diye düşündüren güzel bir roman.
Ben her zaman şöyle yaparım: Kitabı açarım ama tersten. En önce son sayfasını okurum. Bir vuslat mı var yoksa ayrılık mı diye. Burada ikiside vardı, ikisi de tadındaydı, en sevdiğim şekilde mutlu sonla bitti.

Şuanda da bir kişisel gelişim kitabı olan "Normal Değilim Normalden Daha İyiyim" isimli kitabı okuyorum. Genelde herkes uyuyunca, ev sakinleşince, hafif bir müzik eşliğinde... Bakalım bu kitaptan neler öğreneceğiz ???


22 Mart 2015 Pazar

VİCDANIMIZI TAZELEYELİM..

Çok sevdiğim bir dostumun tavsiyesiyle izlediğim anlamlı bir film var: Kaplumbağalar da Uçar. Bol ödüllü, ince mesajlı kürt hikayesi. Ben gerilerden gelirim bu konularda. Asosyallik gerektiren yoğun bir işi olunca insanın böyle oluyor maalesef.
Filmde anlatılmak isteneni izledikten sonra okuduğum detaylarla öğrendim, itiraf edeyim. Tecavüze uğramış küçük bir kız çocuğunun hayatını karartanlar ABD askeri değilmiş mesela.
Ben çocuklara karşı ayrı bir hassasımdır. Tabii herkes öyledir ama bende hemen gözler sulanır. En büyük acıları neden çocuklar çeker derim. Ama acı, o çocuğun ruhunda herkesten fazla büyür ve etkiler işte. Bu filmde de kolları, bacakları olmayan, mayın toplayarak para kazanıp ölümle dans eden çocukları görünce insanlığımdan utandım. Dahası aynı şey şuanda Suriye' de olurken , yokluktan ve açlıktan sıkıntı çeken çocuklar olduğunu düşününce kafaları yastığın altına gömmeli diyorum. Utanmak yeter mi? Asla.   Birşeyler yapmalı. Elinle, dilinle bunlar yetmiyorsa kalbinle bir destek vermeli. Enazından Suriye'den kaçan muhacirler için üzülebilmeli. "Araplar ülkeyi sardı" diye iğrenç bir tavırla şikayet etmemeli. Şunu anlamalıyız ki, orada sivil halka yönelik bir saldırı var. Savaş değil bu katliam. Bombayla, top tüfekle saldıran bir zalime karşı, duayla korunmaya çalışan bir halk. Kaçmayıp orada ölümü beklemek demek, intihara gitmek demek. Ayrıca güç yetmeyen beladan kaçmak da peygamberlerin sünneti. Yani ülkemiz dahil komşu ülkelere göç etmezlerse ne yapabilirler? Bu soru senin vicdanına gelsin!!!
Neyse, elden geldikçe yedirmeli, giydirmeli. Hiç biri olmuyorsa telefondan bir mesajla minik bir bağış yapılmalı. Bunların hepsi gereklilik kipiyle anlatıldı. Çünkü küçücük bir iyiliğin sana neler hissettirdiğini sende görmelisin. Bu insanlık için daha büyük adımların tabanı olacak.
Bu yazının devamı acı bir hikayeydi. Ama anlatmayacağım. Hayat bana görmemem gerekenleri gösteriyor, bilmemem gerekenleri öğretiyor malesef. Bende daha da güçleniyorum. Fakat güçlü olmak istemiyorum. Mutlu olmak ve mutlu etmek hedefim olacak herzaman. Çok şükür Mevla Teala yumuşak bir kalp vermiş bize. Merhametliyiz. Ama nolur onun taşlaşmasına izin vermeyelim.  Merhameti bir hayırla taçlandıralım. Birşey yapalım, çocuklar ve onların umutla bakan gözleri için. Dili, ırkı ne olursa olsun...

Nereden başlasak diye soran olur diye; İHH İnsani Yardım Derneği sayfasına bir göz atılabilir diyelim. Ayrıca maddi yardımının dışında farklı destekler verebileceğiniz birseyyap.com.tradresine tıklanabilir ve daha nice yardım kuruluşlarının sayfaları da incelenebilir. Ha unutmadan, evinizin çevresinde komşunuz olarak yaşayan ama sizin habersiz olduğunuz, muhtaç insanlarda olabiliyor. Belki siz bu ailelerden başlamak istersiniz. Bu konudada duyarlı olunmalı diyerek kelamımızı bitirelim. Hayırla dolu, güzel günler...


15 Mart 2015 Pazar

BİR PAZAR KLASİĞİ : P.T.T

Haftanın her günü, uzun saatler evden uzak, ayaklarının üstünde saatlerce çalışmak zorundaysan tek bir tatil gününü evde geçirmekten zevklisi olamaz...
Ama evdeyken insan dinlenemiyor,anladım. Sadece tembelleşiyor. Biricik tatil günün ille de hoşuna giden bir aktiviteyle geçirmen gerek. Saat kurmadan yatıp, alarm sesi olmadan kalkmak, pazara yakışır bir kahvaltı yapmak ve nihayetinde kendini sokağa atmak...
Bugün açık olması sebebiyle avm içindeki bir bankaya gittim. Neredeyse yanyana üç alışveriş merkezi olmasına rağmen gayet kalabalıktı Metrocity AVM. Aylak aylak yürüyen, düşünmeden dükkanlara girip çıkan, birbirinin gözlerine değil etrafa bakarak konuşan insanlara baktım banka sırası beklerken...
Sakindi herkes ama yüzeysel ve basitti de. "Zaman öldürmek" deriz ya hani zamanın kıymetini unuturuz bir an, işte öyle birşey. Kimse bir tat almıyorsa da avm ler vazgeçilmezimiz. Sitem değil tabii bu üç tanesi yanyana olsada. 6 gün çalış, 1 günde çalıştığını harca diye yerleştirilen anlayışa, içine dahil de olsam bize dayatılan bu sisteme.
Ben işlerimi bitirince eve gelip mutfağa girdim.ilkkez dereotlu poğaça yapmayı denedim. Acemi şansı fenada olmadı. Günün kalanı da pijama,terlik,telefon üçlüsüydü. O telefon değil TV diyebilirsiniz. Anne ve babalarımız için öyle olabilir ama bizim göbeğimizin bir kesildiği akıllı telefonlarımız var, şu yazıyı yazmama da vesile olan.
Yalnız yemek yapmak da insanı rahatlatan bir aktiviteymiş. Çünkü çok şükür ki şuanda mecburiyetten değil, istediğimden mutfağa giriyorum. Avm de aylak aylak gezmekten de daha yararlı görüyorum şimdilik :)
Sevdiğim bir hocam hayat sokakta, evde kalan insanlar erken ölüyor diyerek beni güldürse de, herşey yerinde ve zamanında güzel elbette. Sokaktaysa da avm içinde değil kesinlikle ;)


7 Mart 2015 Cumartesi

KADINLAR GÜNÜMÜZ...

Eveet, bu yıl da 8 Mart'a yetiştik. Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun !
Peki benim gibi merak eden yada üşenmeyip nedir bu günün aslı astarı diye bakan var mıdır?
Bu özel gün Amerika'da ölen kadın işçilerin anılmasına yönelik, kadınların kazandığı siyasal ve ekonomik hakları kutlamak için belirlenmiş. Tarihi sürece ve detaylarina girmeye gerek yok ama 1970'ler de BM tarafından 8 martta şuanki adıyla kutlanmasına karar verildiğini bilelim. Cehaletin lüzumu yok.
Tabi biz ülke olarak biraz buruk, biraz mahcup, ziyadesiyle hassas kutluyoruz bu günü. Kadına şiddeti ve kadın ölümlerini kınayarak...
Ne acı ki anlayan anlamayan herkes de ayrı bir görüşe sahip bu konuda. İnsani açıdan bakmaya gerek bile görmüyor bazıları. "Eski kadınlar nerdee, kadınlar ayrı bir havada artık. Elalemde görüyor, benimde olsun diye kocasını yiyip bitiriyor. Sonuda böyle olur işte." diyen bir adamı duydum mesela. Kendi kulaklarımla.
"Çalışmassan kocan döver de söver de. Katlanırsın mecbur." diyen kadında var. Kadın bile kadını suçlu bulabiliyor, ölümü meşru kılabiliyor kendi kafasında. Kadın yaptıklarıyla ölümü hakedebiliyor ne yazık ki !
Halbuki bir insanın yaşama hakkını elinden almak, hele ki sana gücü yetmeyen bir cana kıymak. Öldürdükten sonra uzuvlarını kesmek veya cesedini yakmak. Bir anlık öfkenin falan eseri de değil bu. Yani böyle bir katliamı azıcık dahi meşrulaştıracak tek bir sebep yok.
Burada suçlu aramaya çalışmayalım. Fikirlerimiz farklı olabilir elbette. Ama çözüm odaklı düşünelim. Kaynağı ne, çözüm ne olabilir diye bir soralım. Ekonomik sıkıntı mı, psikolojik sorunlar mı insanlarda ki bu öfkenin kaynağı? Peki neden sinirlerini kadınlardan alıyorlar? Yada öldürmek nasıl bir duygu diyerek manyakça bir sebepleri mi var ? Hiç Allah'tan ve azabından korkmuyorlar mı?  Kafamda deli sorular...
Ben bunun inandığımız gibi yaşamamamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. O nedenle yaşadığımız gibi inanır oluyoruz. Prensiplerimiz yok, hayallerimiz yok, amaçsız yaşamaya çalışıyoruz. Gücümüzü kaybediyoruz. Erkek bile olsan güçsüz olabilirsin arkadaşım bunu anla nolur! Sonunda da neye yeniliyorsa; bir insanı, bir aileyi katledebiliyor bu psikoloji.
"Kadınlar size Allah'ın emanetidir" diye buyuran Rasul'ün ümmeti, "Sizin en hayırlınız eşine en yumuşak olandır" buyuran Efendimiz'in (sallallahü aleyhi vesellem) ümmeti bunları yaşayıp yaşatan. Daha da can yakıcı değil mi bu açıdan düşününce.
Ee, eğitim şart efendim. İnanç eğitimi. Öğretimden bahsetmiyorum. Yoksa üniversite mezunu erkeklerin de şiddete ne derece meyilli olduğunu söylüyor araştırmacılar.
Yine de Kadınlar Günümüz kutlu olsun diyelim.
Emekçi kadınları anamadık ama ölüme gidenleri Rahmet ve bol duayla analım bu kadınlar gününde...


15 Şubat 2015 Pazar

KENDİME NOTLAR VOL.1

   Yine kitap yazma hayalleriyle ele alınan defter,kalem... Kafamın içinde bir sağa bir sola kaçan onlarca fikir. Yaptığım bir kaç denemeyi okuyup gülümseyerek "yapmak istediğim tam olarak bu değil" demem ve gerçekten ne istediğimi bilmiyor olmam.

   Ömrümün uzun seneleri, hep bir kararsızlıkla sürdü, gitti. Karar veremediğimi dahi anlamadan. Seçenekleri görüp ne yapacağımı bilemeden. Kimi zaman aile engel oldu,oluyor aldığım kararlara. Kimi zaman insanlar çeker yanlışa ısrarla. Bazende istemez kalp, aynı şeyi mantığınla...
Gideceğin yolu seçerken uyanık olman bütün mesele. Çünkü en iyi yol her zaman bildiğin yol DEĞİLDİR.

   90'ların çocukları, milenyumun gençleri olarak bizim bildiklerimiz, sandıklarımız aslında bizim değil. O detayı anlamak için "Biz kimiz?" diye bir soralım. hangi toprakların, hangi dedelerin torunlarıyız? Hangi inancın nişanlarını taşıyoruz?

   Prensip olarak cevap vermeden soru soruyoruz burada. Cevaplarımız aynı olmayabilir çünkü. Derdimiz "kim" olduğumuzu beraber bulabilmek.

   "Doğu ile batı, doğru ile yanlış arasında kalmış, hiç olmayan bir şey isen, hemen var olmaya çalış.
Dünyaya neden gelmiş olabilirsin,kısa da olsa düşün. Yaşadığın gibi inanıp ortada kalma ve inandığını yaşamaya başla.

   Net Ol!
   Bakmak ile görmek, duymak ile dinlemek arasında fark olduğunu bilme, bunu yaşa, deneyimle.
   Kendini sığ olmaktan kurtar."

   Dedim kendime ve hayatımda neler değişti arkama dönünce görebiliyorum artık.