4 Haziran 2018 Pazartesi

YÜREKTEN MERHABA !

Arkadaşlar merhaba, bloguma hoşgeldiniz (klasik youtuber girişi şarttı yıllar sonra :)
Gerçekten yürekten merhaba.
Elime kalem kağıt alıp karalamayalı, içimi açmayalı yıllar olmuş. Bir buçuk günde bitirdiğim 350 sayfalık bir kitabın ardından hatırladım bir zamanlar blog yazmakla meşgul olduğumu.

Köprünün altından akan sular etkili tabi bu ihmalkarlıkta. Hayatım başka bir şehirde hayal etmediğim şekilde geçiyor artık. Ailemden ayrı, yalnız başıma daha güçlü ayakta durabildiğim ve sevdiğim işlerle meşgul olduğum yeni sayfalar açtım aylar önce. En son kpss'den sonra mağdur olarak yazmışım, ne günlerdi diye anıyorum o zamanları.

İstanbul'dan uzak olmak biraz değişik. Yaşanmış olan her şeyden, tüm sevdiklerimden ayrı olmak demek. En önemli amacım fırsatım oldukça bir günlüğüne de olsa 12 saatlik yolu gelerek bir aile ziyareti yapmak oluyor son aylarda :) Ama burada da ailem olduğuna inandığım güzel arkadaşlarım oldu. Aynı oda da yaşadığımız, aynı yemeği bölüşüp sahur vakti kalkıp kıkır kıkır kahkahalarla yiyecek bir şeyler hazırladığımız, yeri geldiğinde kalorifer petekleri önünde salya sümük ağladığımız ve bence gerçekten de aile olduğumuz insanlarla birlikteyiz. Uyum sağladık o nedenle.

Burada olmanın en iyi yanlarından biri gezmek konusunda ki rahatlığımız bence. En yakın zamanda Kapadokya'ya yaptığımız plansız ve çılgınca bir gezi hakkında yazmak ve bolca fotoğraf paylaşmak istiyorum. Şimdi Ramazan ayında olduğumuz için sakiniz. Bayram haftası itibariyle çeşitli turlara katılma planlarını gerçekleştirmek istiyoruz. İnşallah sorunsuz bir şekilde başarabiliriz :)

Bu onca zaman sonra yaptığım bir girizgahtı sadece. Daha sık yazmak ve her şeyi paylaşmak istiyorum eskiden olduğu gibi. Evet artık görsel içerikler üretmek, videolarla hitap etmek çok daha popüler ama ben her zaman yazmayı, kalemle kağıtla sayfalarca kendimi ifade etmeyi daha fazla sevdim, her zaman da öyle olacak. Tekrar görüşmek üzere sevgili günlüğüm (:


İşte kısa sürede okuyup bitrdiğim kitabım. Hazirana yeni merhaba dedik ama...


17 Haziran 2016 Cuma

ÖZLEŞTİK...

Bloglara sanal günlük tarzı bir şey diyorduk değil mi? Evet içinde günlük geçen bir şey diyorduk eminim. Benimki yıllık olmuş ama. Bir sene geçmiş, yeni bir Ramazan Ayı'na kavuşmuşuz. Bir yaş daha yaşlanmışız :) Ertele ertele nereye kadar, eline kalem almak ve yazmaktan güzel var mı ki? Yok maalesef...

Bugün yine ve yine hatırladığım güzel bir söz aklımda: ''Paslanacağınıza yıpranın.'' Evet tercih bizim aslında. Her isteğimizin ayağımıza kadar hazır gelmesini beklemek mi, bazen boşa olduğunu bile bile kürek çekmek mi? Başarılı insanların tercihleri ve tabii yaptıkları yılmadan denemek denemek ve denemek. Çalışmak. Cem Yılmaz'ın da dediği gibi çalışmanın dışındaki her şey süstür, tıraştır. Kpss 2016 yı yeni atlatan bir madur olarak aylardır kendimi bunlarla motive etmeye çalışıyorum. Ama önümüze çıkan engeller hepsinin boşa olduğunu düşündürüyor. Umutlu olmakla imkansızlık arasındaki incecik bir çizgi üzerindeyim sanki. Bir o yana geçmek bir bu yana geçmek. Velhasıl demem o ki ben paslanan değil yıpranan kişi olmayı tercih ettim hep. Zoru başarırız, imkansız zaman alır diye diye kendini paralayan ama yaşı 25 olup istediklerine ulaşamayan birisi işte  :) Tabi şu önemli : İnsanın külli kaderinde 3 şey değişmez; rızkı, ömrü, eşi. Ona göre tekrar geçirelim elde ettiklerimizle edemediklerimizi. Sonuçta değişmeyen şeyler var. Kaderin üzerinde bir kader...tam ortada bulışalım sonunda. Emek çaba ve tevekkül. Hep sevdiğim sözlerden gittim öyle de bitireyim :) Kader, gayrete aşıktır a dostlar, unutmayın !

29 Eylül 2015 Salı

MECBURİYETSİZLİK

Hayatta hiç bir şeyi mecbur olduğun için yapmamak gerek. İşkenceye dönüyor o yapmak istediğin şey ne kadar sevsende...Yazmak da öyle. Kendimi zorunlu hissettiğim an beynim ters tepkiler vermeye başlıyor. Ama hayat işte, imtihan yeri. Hiç istemediğimiz halde neler yapıyoruz, daha nelerde yapacağız bilemiyorum. Bir haftadır düşünüyorum, nefret verici şeyleri azıcık allayıp pullayıp kabul edilir hale getirmek imkansız mı? Bu nasıl zorsa sana yasak olan ama cazip gelen, yapmaman gereken şeyi de kendinden uzaklaştırman zor. Çünkü nefis denilen şeyle başbaşa olduğumuz sürece bu ikilemler hep olacak deyip konudan usulca sıyrılmaya çalışıyorum. Malum herkesin şeytanı yani nefsi kendiyle birlikte ölünceye kadar...

Hayatı ne kadar ciddiye almalıyız diye canım arkadaşımla konuşuyorduk dün. Aklıma takıldı ben ne kadar ciddiye alıyorum diye. Fazlasıyla ! Umursamaz olmayı istedikçe ne çok şey takılıyor aklıma. Şöyle tam da kalbimin üzerine kocaman bir öküz oturuyor. midemde sancıyla bulantı arası garip bir şey. Aşktan değil hee o daha gelmedi :) ama geçmeyen pişmanlıklar, yapılan yanlışlar, yapılmayan doğrular, atılmayan adımlar falanlar filanlar... İşte öyle bunaltıyor. Heralde boş kafa boş işlere odaklanıyor napalım. Eee balık burcu kadını olmak zor arkadaşım, duygu yüklemesi bizde biraz fazla. Bunca fırtına içinde kendine güvenmeyen, kararsız ve tabiki henüz çocukluktan çıkıp "adamlık" sıfatını alamayanlarla uğraşamıyoruz, uğraşamıycaz. Onlar gidip az ötede oynayabilir mi?
Biraz seratonin denen hormonun fazlalaşmasına ihtiyacımız var özetle. Ya ama bütün düzenim uykusuzluk üzerine kurulmuşken, okadar boşluğa rağmen bir şey yapmaya vakit bulamıyorken neyapabilirim? Sanırım biraz rahat ve umursamaz olmaya daha çok çaba göstermem gerek. Hele ki kpss sürecine girmiş ve kazanmak konusunda ısrarlı bir aday olarak en iyisi bu olacak :) Dışarda hava harika, iki saattir kesintisiz yağmur yağıyor. Açık balkondan azıcık görüyorum dışarıyı, çayı kahveyi dizdim önüme yazıyorum, çiziyorum, düşünüyorum, toprak kokusunu alıyorum. Sanırım seratonin geldi ama ben yeni hissediyorum ;)

Ne şirin, tebessüme sebep bir kare <3



11 Temmuz 2015 Cumartesi

AMAÇSIZCA KONUŞMAK...


Dertleşmek güzel, karşında oturan ve dinleyen varsa. Öyle sabırla falan değil gerektiğinde eleştirerek, kızarak, akıl vererek dinleyen biri. Her zaman olmasa da çoğu zaman bu tavırla dinlemeye çalıştım insanları. Sorunu dinleyip çözüm arayarak, bir çıkışın olduğuna inanarak…

Neyse şimdi bu kelamın arkasından dertlerimi anlatmayacağım. Tespitlerimi paylaşacağım. Benim en temel sorunum insanlarla mesafelerimi ayarlayamamam. Sanki tüm dünya bunu başarıyor da bir ben yapamıyorum gibi bir şey. Samimiyet iyidir, güzeldir değil mi? Herşeyi tüm samimiyetiyle paylaştıkça insan, sonra arkasını toplaması da zor oluyor. Senelerce görmediğin, görüşmediğin insanlar vardır çocukluktan yadigar. Büyüyünce bir bulursun dersin ki aradan onsuz geçen onca seneye yazık! Sonra bir samimiyet… Derken yine sevdiğim bir sözü yaşarken bulursun kendini “fazla aşk, tez ayrılık getirir” Beraber yer içerken bir kızarsın, kendi çapında bir küsersin falan. Ne olduk ya der durursun.

Dedim mi, dedim bende. Hayır demeyi başaramadığımdan ve bence insanların haddini bilmesi gerektiğini onlara belli edemediğimden, hayatımdaki herkes bana karşı haddini aşmıştır. Bir kaçı hariç. Anlıyorum ki insanlar hemen tanınmaz, tanısan da hemen teslim olamazsın. O yüzden kim nerede durmalı bunu en başta belli etmek gerek. Hem kalbinde hissetmeli hem o şahsa hissettirilmeli bu değerler.

İyi ki dert anlatmadım yani. Ramazan ayının da sonlarına geldik. Nasıl geçti tabi ki anlamadık. Öylesine hızlı, öylesine yorucu. Bugün güzel dostlarla güzel mekanda güzel bir iftar planladık. Biz öyle herkes gibi nerede ne yiyip içtiğimizi paylaşmayız, sevmeyiz bu tavırları. Teknolojiden uzak, birazcık eski kafalıyız iyiki de öyleyiz J

Oruçtan aldığımız feyiz ve irade gücü bize, ramazan ayının bereketi evlerimize kar kalsın, eğer yaşarsak önümüzdeki 11 ay ramazanın birleştirici gücünü aratmasın. Elveda ey şehr-i  sıyam…

19 Haziran 2015 Cuma

"RAMAZAN SİZİ BULDUĞU GİBİ BIRAKMAZ"

Elhamdulillah geldi evlerimizin aziz misafiri, başlarımızın tacı, gözümüzün nuru, 11 ayın sultanı Şehr-i Ramazan :) Son bir kaç haftamız bu sebeple yoğun geçti, malum bizler sağlam hazırlanırız mübareği karşılarken. Alışverişler yapılır, iftariyelikler alınır vs...En son gün mantı bile yapıp dondurucuya koyduk ki hazır olsun bir kenarda diye. Ne yalan söyleyeyim heyecanla da karşıladım. Daha başındayız ama şimdiden biteceği zamanı ve üzüleceğimi düşünüyorum. Çünkü bolluk bereket ayı. Tabiri caizse bir kaşık yemek bir tencere oluyor. Bir tabak, kaç kişiyi doyuruyor.O yüzden paylaşma, yokluğu bile bölüşme ayı. Yoktan var edene şükürler olsun ki tekrar, bir sene daha bu güzelliği yaşıyoruz.
Bana da bunları yazmak yeni iş yerimde nasip oldu. Bir şey katıyor mu bilmem ama biraz dinlenmeme olanak tanıyan bir işim var şimdilik. Baba mesleğine inat bütün gün oturduğum :) Yollar aşıp geliyorum, geç saatlerde dönüyorum. O yüzden son bir aydır hiç dışarı çıkamıyorum, keyifli birşeyler yapamıyorum. Ee ramazanda zaten aklı olan çıkmaz diyerekten bir ayı daha evde oturarak geçireceğiz, olsun.
Bu sabah nerede gördüğümü bir türlü hatırlamadığım güzel cümleyle karşılaştım. Doğru değil mi, ramazan bizi bulduğu gibi bırakır mı hiç? Oruç gibi bir kalkanın arkasında, ağzımızı açma mecali yokken dilimizi tutma fırsatı yakalamışken, sükunete bürünmüşken hemde bir cuma günü, bu kalpler yumuşayıp yumuşayıp pamuk gibi olmaz mı? Olur, ama inşallah daim olur bu hisler bizde. Merhamet etmeyene merhamet edilmez, unutmadan yaşarız inşallah şu fani ömrümüzü.
Böyle mübarek ayda lüzumsuz şeyden laf söz etmek de olmazdı hani, Ramazan hürmet ister :) Kalbimizden huzur, dilimizden şükür, soframızdan bereket ve neşe eksik olmasın. Dünya malına düşkünlük, cimrilik ve aşırı hırs bizden ırak, sevdiklerimiz yakın, tüm müslümanlar afiyette olsun. Bu da cuma duası olarak bir köşede bulunsun :)
Ey Ramazan, sen beni bulduğun gibi bırakma, amin...

5 Haziran 2015 Cuma

SÜRÜCÜLÜK DENEYİMLERİMİZ

Koltuğa ilk oturduğumda bir heyecan, bir telaş bende…Rahat ama tehlikeli geldi biraz. Burada oturduğum sürece sakin, dikkatli ve olabildiğince mantıklı davranmalıydım kişiliğimin aksine. Ben daha tez canlı, hareketli ve tabi ki duygusalım. Ama “yapıcam, olucak neyi başaramadım ki” dedim. Gerçekten özgüveni sıfır biri olarak bunu içimden kimse duymadan tekrarladım. İlk o koltuğa oturduğumda bu boyla oraya nekadar küçük geldiğimi etrafımdaki herkes teker teker çarptı yüzüme. Evet dedim, daha önce hiç denemedim biraz ufak kaldım ama her şeyin bir çaresi vardır. Hayatta çözüm odaklı olmak her zaman bir avantajdır. Arkama yaslandım, koltuğa küçük gelince bu iş zor oldu. Yastık koyduk ama yaslandım, şöyle bir havaya girdim ve…

Bahsettiğim koltuk sürücü koltuğu. Hayatımda ilk kez sürücü kursunun aracında denedim ve ayaklarımın gaz-fren-debriyaj üçlüsüne uzanmadığını fark ettim. Daha önce kendimi sürücü koltuğunda hayal bile etmemiştim, hep onun yanında ki ön koltuktaydı gözüm. Hocamda bana neden hazırlıklı gelmediğimi sordu. Bende ona ilk kez şoförlük yapacağımı söyledim. Kabanımı katlayıp arkama koydum ve kontağı çevirdim…


Bilenlere basit bir hikaye gibi gelecek ama araç kullanmayı öğrenmek benim için çok önemli süreçti. Zordu ama çok keyifliydi. Haftalarca derslere gidip yazılıyı 90’la geçtik biz iki kardeş. Direksiyona başlayınca her şey değişti. Alıştığımın aksine bu sınavda kağıt-kalem-sayfalarca not-ezber yapma yok. El becerisi-kıvrak zeka-refleksleri yerinde kullanma ve buna benzer nice özellik gerekiyor. 6 saatlik kurs yetmeyince 4 saatte ek ders aldım. Eee sınavada dünya para vermişiz, kalmayı kim göze alır. Yağmurlu soğuk bir günde girdik sınava kardeşceğizimle. Ben arkama koymak için elimde kocaman bir yastıkla, hem heyecandan hem soğuktan titrerken adımı söylediler. Araca yerleştim. O gece rüyamda emniyet kemerini takmayı unutuyordum. O yüzden önce kemerimi  bağladım. Herşeyi ayarladım derken araba bir türlü hareket etmedi. Debriyajdan ayağımı çekiyorum ama gitmiyoruz. Herkes beni beklerken yan tarafıma baktım ki vitesi 1’e almayı ve el frenini indirmeyi unutmuşum. Tabii ben kriz insanıyım. Hiç çaktırmadım ve dedim ki “biraz heyecan var ancak sakinleştim şimdi kalkabiliriz.” Yokuşta iki kez, ışıklarda akan trafikte bir kez stop ettirmeme rağmen güzel manevralarım, sakin olabilmem ve başarılı park edebilmem sayesinde sevgili heyet beni ilk denememde geçirdi. Akşama kadar midemde sancılarla bekledim bu haberi. Çok basit bir olay gibi görünse de ehliyet alma süreci komik ama bir o kadar da gerilimliydi benim için. Artık hangi makine alet varsa kullanırım, ben bile otomobil kullanmış insanım diyorum. Bu da bir özgüven getirdi hani.  Çok sevgili can dostum da aynı dönemde aldı benimle. O da park ederken kornaya basan, ama elinin kornada olduğunu fark etmeyip “ kim bu kornaya basan sabırsız” diye söylenen bir şoför. Gözümden yaş gelene kadar gülmüştüm dinlediğimde. Ama o da başarısını kanıtladı ve aldı ehliyetini. Bizler için unutulmaz, hatta blog yazmaya bile konu olacak kadar önemli bir başarı diyelim ve bitirelim J Bu arada eğlenebilmek adına paylaştığımız şeyler, hemcinslerimize moral olsun diye. Biz bu dalga geçmelere rağmen başarmışız unutmayın :)
Allah kazasız belasız günlerde kullandırsın her birimize. Amin.

5 Nisan 2015 Pazar

STRESTEN UZAK, KEYFE YAKIN

İnsanın sosyalleşecek tek bir günü olmasın ! Ne yapacağını şaşırıyor. Ben bugünümü yakışıklı kardeşime ayırdım. Ne yapsak ne yapsak dedik, tiyatroya gitmeye karar verdik. İstanbul Şehir Tiyatroları çalışmış, çalışmaya devam ediyor. Çocuk oyunlarında Alaaddin'in Sihirli Lambası bizim yaşımıza uygundu, onu seçtik. Yakın olması sebebiyle Sadabad Sahnesi'ne yollandık ama Kağıthane'nin bize ters bir yer olduğunu bugün bi daha anladım. Efendim, yaşı kaç olursa olsun yola bir çocukla çıkıyorsanız (ki bizimki on yaşında) çantanıza yedek giysi, su, atıştırmalık vb... doldurursunuz. Bide o çantayla Kağıthane yokuşlarını tırmanırsanız vay gele başınıza. Neyse ama çektiklerimize değdi. Oyun bir çocuk oyunundan fazlasıydı. Bol müzikli ve benim bile kahkalarıma sebep olacak kadar da eğlenceliydi. Alaaddin karakteri sesi harika bir tiyatrocu tarafından oynanıyor. Verilen mesaj tamda bizim oğlanın yaşına, hayat anlayışına uygun, bu da elbette önemliydi. Ayrıca hatrı sayılır bir seyirci salonu doldurmuştu. Minikler kadar ebeveynler de ilgiyle seyrettiler. Zaten oyun öncesi güzel bir uyarı da aldık. " Lütfen oyun süresince cep telefonlarınızı kapatın, hatta onları bir saatliğine unutun" dedi dış ses. Uyarıya da ayrı bayıldım. Sessiz ve ilgiyle izledik, güldük, eğlendik diyelim özetle. Günün kalanı bol hareketle ve sporla geçti. Bizim çocuk -yada delikanlı mı demeli bilemedim- bütün hafta okul, ders, tablet derken otur otur sıkıldı koca kış. Dışarıda güzel havayı bulunca koştu, coştu, kabına sığamadı. Bütün enerjiyi attı, bir okadarda moral depoladı. Onun yaşının gereği bunlardan keyif alması normal. Ben ise şuan kahve ve Ülker'in şu çok sevdiğim çikolataları eşliğinde yazı yazarak enerjiyi atıp, moral depoluyorum. Güzel bir kitap sözü okumuştum,şöyle diyordu : Bir çalgının telleri sürekli gerginse, akort bozulur. Sabahtan akşama kadar gerilen yaylar, okları aynı sertlikte atamazlar. İşte bu yüzden keyfi yerinde olmasa bile ışığın savaşçısı, hayatın küçük, sıradan şeylerinden zevk almaya çalışır.
Tam da beni anlatmış dedim, ışığın savaşçısı gibi hayal ettim kendimi. Hayatın sıradan ve saçma şeylerinden keyif alacağımız, keyfimizi azıcık daha düşüneceğimiz güzel günler dileğiyle...




Not : Yediğim, içtiğim hic bir şeyi paylaşmama ve paylaşılanları kınamama prensibim var. Yalnız bahsettiğim çikolata  25 kuruş değerinde, bir kaç lokmalık lezzettir. İsteyene büyük bir zevkle ısmarlanır, hemde kahve eşliğinde :)